Connect with us

Öykü

Ümmügülsüm Ağbal – Tanrı Adam ve Deniz

Published

on

İnsan yaratıldığından beri Tanrı sürekli onları izlemekteydi. İnsan karanlığa kapıldığında, tanrı onlara ışığı göndermekteydi. Kanadının altında milyarlar vardı. Yalnızca birkaçı hayatın sırrını biliyordu. Aralarında biri meleklerin dikkatini çekiyordu, ne biliyordu, nasıl biliyordu kimsenin bir fikri yoktu. Bir teknesi vardı ve geçimini sağladığı dingin bir denizi. Her daim deniz sakin olurdu, sakin ve sessiz. Yüreği, kışın açan kardelenler kadar beyaz ve temiz, taze ve berrak. Aklı henüz kirlenmemiş. Ruhu, bir savaşın ortasında toprak kadar yorgundu. Yaşam bir anlama sahipti onun için. Teknesinde Tanrı’yla konuşur, konuşurdu ama cevap hiç gelmezdi. Gelmeyeceğini bilirdi, yine de anlatırdı her şeyi. Kusursuz bir zamandan geçiyorsan derlerdi ya “bir felaket görecek ya da çoktan görmüş olacaksın.” O felaket yakındı. Her güzel gün arkasında karanlık geceleri barındırırdı. Tamamen mutlu olmak mümkün değildi, sürekli devam eden mutsuzluk da bir o kadar imkansızdı. Karanlık varsa aydınlık, aydınlık varsa karanlık olmak zorundaydı. Şeytan bu durumdan rahatsızdı, Hades ile görüşmüş ve olumlu bir cevap alamamıştı. Tanrı’nın yanına çıktı; öfkeliydi ve bu onu hiçbir zaman rahatsız etmezdi. Tanrı’nın huzuruna çıktı, “Ona her şeyi verdin, denizleri, huzuru, meleklerin fısıldadığı sırları, her şeyi. Bunları kime versen sadık yaşar. Elinden her şeyi al, al ve görelim hâlâ sadakatini koruyabilecek mi?” dedi. Tanrı bilgeydi, gülümsedi. Bir karar aldı, bir fırtınada evini, teknesini ve çok ileri giderse canını alacaktı. Şeytan memnundu, “Kimse,” diye düşündü, “kimse elinden her şeyi gittiğinde huzura kavuşamaz.” Gözler adama çevrildi, “Her zamanki tekne, her zamanki deniz,” dedi kendi kendine, “farklı bir şey yok.” Tekneye bindi ve biraz açıldı. İlerledikçe içini kaplayan tanıdık huzursuzluk sardı tüm bedenini, “İnsanın içine sıkıntı düştüğünde, huzursuzluk vücuduna yayıldığında önünü dahi göremez,” diye düşündü. Etrafına sakince bakmaya çalıştı, bir farklılık yoktu; aksine her zamankinden daha da sessizdi. Tekne ilerledi, ilk başta yağmur yavaş yavaş yağıyordu. Adam geri dönmedi, yağmurlu havada seyahat ederdi. Yağmur hızla arttı, aynı seviyede denizin gücü de değişti. Adam denizde teknesiyle hareket edemiyordu, deniz onu savuruyordu. Ve beklenen oldu, teknesi ters dönmüştü. Deniz öfkeliydi, adam korkuyordu, şeytan gülümsüyor, Tanrı izliyordu…  

Adam suyun içinde sadece çırpınıyor ve savaşıyordu. O savaştıkça su onu içine alıyordu. Eski bir efsaneden bildiği kadarıyla, insan ölüme yaklaştığında en güzel hatıralar önünden geçermiş. Güzel anları kadar kötü anıları da vardı adamın, “Hayat işte,” dedi, “daha dün benim yaşamam için bana yemek sağlayan deniz şimdi ölümüm olacak. Başlangıcım ve sonum aynı noktada olacak,” dedi. Korku ve yüksek dalgalar aynı anda yaşanmaz halde bırakıyordu, ciğerlerine dolan su genzini yakıyor, öksürüyor ama asla yeterli olmuyordu. Tekne suyun şiddetinden çoktan kırılmıştı bile. Su, yükselip kıyıya vuruyordu. Kıyıdaki evi hasar alıyordu, fırtına dolayısıyla kimse denize yaklaşmıyordu. Adam o an ölümü reddetti. Onu bekleyen şeyler vardı ve beklenen şeyler oldukça hayat yaşamaya değerdi. Durdu ve çırpınmayı bıraktı, denizin onu yutmasına izin verdi. “Bazen iki adım geri çekilmek savaşı kazanmanıza sebep olabilir!” dedi. O sakinleştikçe, deniz onu yukarı çıkardı, daha da yukarı. Adam şimdi hiçbir şey yapmayarak fırtınada suyun üstünde yaşamaya devam ediyordu. Bilinci kapanmaya yakınken bir kıyıya attı kendini. Bazıları iyi bilir ki zor geçen günün gecesi uyku altın tasta sunulan şerbet gibidir. Adam gözlerini perdelediğinde uykunun pençesine bıraktı kendini. Gözünü açtığında başında bir melek, saçları güneşi perdeleyen bir melek bakıyordu ona. “Öldüm mü?” diye sordu; sakin, umut dolu ve biraz korkak. “Yaşıyor muyum?” dedi.  

“Yaşıyorsun,” dedi melek ve devam etti Mozart’ı kıskandıran sesiyle. “Nasıl kurtuldun fırtınadan? Evin, teknen, artık hiçbir şeyin yok, ne yapacaksın?” dedi. Adam gülümsedi.  

“Yeniden başlayacağım,” dedi. Melek tekrar sordu; “Kızgın değil misin?” Adam sakince kafasını çevirdi “Kime kızacağım, denize mi? Daha dün yemeğimi, ihtiyaçlarımı giderdiğim, daha dün teşekkürler deyip bağrıma bastığım denize mi kızacağım? Yoksa Tanrı’ya mı? Hayır, kızacağım kimse yok.” dedi ve gülümseyerek oradan uzaklaştı. Yıkılmış enkazın arasında, canını zor kurtarmış oğlunu gördü, göğe baktı ve gülümsedi. Evini ve teknesini alan Tanrı’ya oğlunu bağışladığı için teşekkür etti. Gece bir anlam kazandı, yaşam tatlı bir şerbetti, içmelerine şimdilik izin vardı. Oğluna bakarken gülümsedi. Gökyüzüne hiç böyle bakmamıştı. Sessiz, usulca, biraz korkulu ve çoğunlukla buruk, uykuya daldılar.

Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir