Yazılar
Adnan Altundağ – Hülasa “Rüştü Onur Üzerine”
Edebiyatımızın bünyesinde pek çok şair yetişmiş ve genel itibariyle gerek yaşadıkları dönemlerde gerekse daha sonraki dönemlerde bazı isimler herkes kadar şanslı olmamıştır. Günümüzde bu şairlerin isimleri dahi bilinmemektedirler. Bu şairlerimizden biri de 1930’lu ve 40’lı yıllarında, Zonguldak kentinde yaşamış olan kelebek ömürlü şair ve yazar “Rüştü Onur’dur. Çok erken yaşlarda yitirdiğimiz bu genç, sanki bunu biliyormuşçasına, kısa süren yaşamında bütün üretkenlikleriyle birbirinden güzel eserler vererek bu dünyadan ayrıldı. Rüştü Onur’un ölümü ise Salah Birsel’in verdiği bilgilere göre: “1 Aralık 1942’yi 2 Aralık 1942’ye bağlayan gece Beşiktaş’ta Şair Leyla Sokağı’nda, ciğerlerinden fazla kan gelmesiyle boğularak ölür.” Rüştü Onur’un mezarı halen Ortaköy’dedir.
Rüştü Onur adını ilk defa Yılmaz Erdoğan’ın yazıp yönettiği Kelebeğin Rüyası filmi ile duymuşuzdur. 2.Dünya Savaşı döneminde Zonguldak’ta yaşayan iki genç şairin hayatlarının ele alındığı film. Filmde hayat hikâyesi anlatılan şairlerden biri Muzaffer Tayip Uslu bir diğer şair ise Rüştü Onur’dur. Sibel Yılmaz, İki “Garip” Şair: Muzaffer Tayyip Uslu Ve Rüştü Onur isimli makalesinin sonuç kısmında Onur ve Uslu için: “Edebiyat tarihimizde isimleri birlikte anılan Muzaffer Tayyip Uslu ve Rüştü Onur, Garip hareketinden etkilenerek şiir yazan iki genç şairdir. Taşrada yaşamaları isimlerinin 1940’larda başlayan yeni şiir hareketi içinde anılmasını engellerken, genç yaşta ölmeleri de şairliklerinin hangi yönde gelişeceğini öğrenme olanağımızı ortadan kaldırmıştır.” Şiirleri hakkında ayrıntılı bir çalışmanın bulunmaması, dönemin edebiyat ortamındaki yerlerini belirlemeyi de zorlaştırmıştır. Son yıllarda hayat hikâyelerinden esinlenerek çekilen Kelebeğin Rüyası filmi sayesinde isimleri daha çok anılan bu şairler, aynı zamanda birer popüler kültür figürüne dönüşmüşlerdir. Demektedir. Günümüzde şiir okuyan ve şiir yazan birçok genç şair! Rüştü Onur ismini dahi bilmemektedir. Onur üstüne yazılan yazılar bir elin parmağını geçmemektedir. Rüştü Onur’a yönelik yapılan çalışmalara bakıldığında sadece Salah Birsel, İbrahim Tığ gibi birkaç eleştirmen/yazar dışında yönelen olmamıştır.
Rüştü Onur, 3 Ağustos 1920’de Kurtuluş Savaşı’nın insanı acılarla sardığı, siyasi çalkantıların baş gösterdiği dönemde Zonguldak’ta doğar. Şair, babası köy öğretmeni olan Mehmet Emin Bey’in ve kültürlü bir annenin, Hatice Fikriye Hanım’ın üç erkek çocuğunun en büyüğüdür. Rüştü Onur, ilköğrenimini Devrek Birinci Mektepte, ortaöğrenimini yatılı olarak Kastamonu Lisesinde, ardından da Zonguldak Çelikel Lisesine geçerek tamamlar. Rüştü Onur burada ince hastalığa tutulur.1938’de ortaya çıkan hastalığı sebebiyle okuyamaz. 1939 senesinde tekrar okula başlar. Fakat bir yıllık okula verdiği ara onu okuldan soğutmuştur. Hastalığı ilerleyen şair okuldan ayrılıp, Ereğli Kömür İşletmelerinde Maliye Varidat Memur Muavini olarak çalışır. 1941’de hastalığı yeniden şiddetlenir. Üç ay Zonguldak’ta, hastanede kalır, daha sonra da Heybeliada Sanatoryumuna giderek tedavi olur. “İstanbul’dan Zonguldak’a dönerken Anafarta Vapuru’nda, annesi Ünyeli, babası ise Bitlis Eşrefoğulları sülalesinden olan Mediha Sessiz adlı bir kızla tanışır” (Tığ Aralık 2017: 2). Mediha Sessiz, Karabük Demir-Çelik Fabrikası’nda çalışmak için Zonguldak’a gider. Böylelikle iki genç bu vapur seferi vasıtasıyla mektuplaşmaya başlar. Mediha Sessiz’de karın zarı iltihabı olur ve hastalığı dolayısıyla zayıf düşer. İki hastalıklı genç, hayatın onlara neler getireceğini tahmin etseler de birbirlerini severler. Rüştü Onur ile Mediha Sessiz’in nikâhları 15 Ekim 1942’de Beşiktaş Evlendirme Dairesi’nde kıyılır. Beşiktaş’ta, eşinin evine yerleşen Rüştü Onur’un bir sokak arkasında da Muzaffer Tayyip Uslu’nun evi bulunmaktadır. Mediha Sessiz’in durumu ağırlaşır. 2 Kasım 1942’de karın zarı iltihabından vefat eden eşinin ölümü Rüştü Onur’u çok sarsar. Şair, 2 Aralık 1942’de Beşiktaş Şair Leyla Sokağı’nda, ciğerlerinden fazla kan gelmesiyle ölür.[1] “Halen Ortaköy mezarlığında “Boğazın lacivert sularına bakan” bir sırtta nişanlısıyla yan yana yatmaktadır” O kendisine ulaşanlara bir “Mektup” bırakıp gider:
“Şapkamı potinimi değil
Beni hatırlayınız sadece.
Benim de sevgilim vardı bir zaman
Ve herkes gibi mektuplarım”
Rüştü Onur, sanat hayatına şiir yazmakla başlamıştır. Şiirden başka hikâye ve denemelerde yazar. Şiirlerinde genel olarak şairin hayatı, ailesi ve yaşadığı çevre etkili olmuştur. Rüştü Onur’un lise yıllarında yazmaya başladıkları şiirlerini yayımlamaya karar vermelerinde Zonguldak Çelikel Lisesi’nde edebiyat öğretmenleri olan Behçet Necatigil’in etkisi büyüktür. Necatigil’in Rüştü Onur’un edebi kimliğinde önemli bir yere sahiptir. Muzaffer Tayyip’le aynı lisede okur ve tıpkı onun gibi eğitim hayatı, hastalık ve yoksulluk nedeniyle kesintiye uğrar. Muzaffer Tayip ilk şiirleri Varlık, Değirmen ve Kara Elmas dergilerinde yayımlanır. Daha sonra şiir ve düzyazılarının yer aldığı ve şairin tek şiir kitabı olan Şimdilik, 1945’te basılır. Ancak Rüştü Onur, hayattayken basılı bir kitabı olmamıştır. Bundan dolayı şiirleri bir kitapta toplanmamıştır. Şiirleri, yazıları, mektupları ve ölümünün ardından yazılan yazılar, yakın arkadaşı Salâh Birsel tarafından bir araya getirilmiştir. Sonradan yazıları ve şiirlerinin derlenip, toplanarak kitap haline getirildiği kitaba da “Hülasa” adı konulmuştur.
Orhan Veli Kanık, Oktay Rifat ve Melih Cevdet’in başlattığı Garip hareketinin ortaya çıkmasından ve geniş yankı uyandırmasından sonra 1940’ların ilk yarısında birçok genç şair, ya Garip anlayışını benimseyerek şiir yazmaya başlar. Garip hareketinin içinde yer almasalar da bu şiire en çok yaklaşan şairlerin başında, Rüştü Onur’da yer almaktadır. Rüştü Onur ise Salâh Birsel’e gönderdiği bir mektupta Garip’in yayımlanmasından duyduğu sevinci “Evet ben artık Garip’im. Süleyman Efendi’yle akrabalığımız anadan geliyor Demektedir. [1] Her ne kadar Garip görüşünde olduğu belirten şair başta hece şiiri olmak üzere zaman zaman farklı eğilimlere ilgi göstermiştir. Onur, şiirlerinde Garip’in etkisiyle yaşama sevinci, ölüm, hastalık, aşk, aylaklık, avarelik, yoksulluk, parasızlık, II. Dünya Savaşı, gurbet ve kaçış gibi konu ve temaları işlerler. Ama Rüştü Onur’un şiiri Garip şiirinin gölgede kalmıştır. Orhan Veli ve diğer Garip şairlerinin de paylaştığı ortak duyarlılıkla şiirler kaleme almıştır. Bilgin Güngör Rüştü Onur için; ‘’ Hayatın
alelade yönlerini serbest bir söyleyişle dile getirmiş şair, kısa hayat debdebesine rağmen 50’yi aşkın şiir bırakmıştır ardında. Fakat buna rağmen, Salah Birsel, İbrahim Tığ gibi birkaç eleştirmen/yazar dışında söz konusu Rüştü Onur şiiri üzerine eleştirel bir okumaya yönelen olmamıştır.
Rüştü Onur; genç yaşlarda yakalandığı halde şiiri her zaman bir yaşama aracı olarak görmüştür. Her ne kadar hastalık, fakirlik ve yoksulluktan zaman zaman muzdarip olsa da şairin yaşama sevinci ölene kadar devam etmiştir. Hayatta yaşamış olduğu tüm olumsuzluklara rağmen şiire olan tutkusunu kaybetmemiştir. Salah Birsel’e şiir yazma tutkusuyla ilgili olarak gönderdiği mektupta “ Biz her gün sıtma geçiriyoruz. Şiir sıtması. Daha doğrusu nöbet geliyor” demektedir.
HÜLASA
Ben ölsem be anacığım
Nem var ki sana kalacak
Ceketimi kasap alacak,
Pardösömü bakkal
Borcuma mahsuben…
Ya aşklarım
Ya şiirlerim ne olacak
Ya sen ele güne karşı
Nasıl bakacaksın insan yüzüne
Hülasa anacığım
Ne ambarda darım
Ne evde karım var.
Çıplak doğurdun beni
Çıplak gideceğim
Behçet Necatigil; “Ölümün kız kardeşi yalnızlıktır. Ölümlerden geriye kalanlara yalnızlık kalır, adeta.”
Oktay Rıfat Horozcu; Rüştü Onur, lirik bir şairdi. Türkiye’de geç başlayan bir hareketin bayrağı altında şiir yazıyordu”
Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı) “Rüştü, edebiyatın çok değerli bir kaybıdır. O, Türk edebiyatına genç yaşta, parlak bir ışık bırakmış bir şairdir. Henüz ne kadar çok şey yazabilecekken, ne yazık ki çok erken gitti.”
Orhan Veli Kanık; “Rüştü Onur’un ölümü, Türk şiiri için büyük bir kayıptır. Henüz olgunlaşmamış bir şairin hayatı sonlanmış oldu. O, özgün bir bakış açısına sahipti ve bu bakış açısı Türk şiirinde nadiren rastlanan bir değer taşıyordu.”
Sait Faik Abasıyanık “Rüştü Onur, çok genç yaşta kaybolmuş bir yetenekti. Şiirleri, hayata dair bir anlam arayışını ve insanın iç dünyasına dair derin bir farkındalık taşıyor. Keşke daha uzun yıllar yazabilseydi.”
Melih Cevdet Anday; “Rüştü Onur, Türk şiirinin en parlak yeteneklerinden birisiydi. O, hayatının çok genç bir döneminde kaybolmuş olsa da, geride bıraktığı şiirlerle önemli bir iz bırakmıştır. O, kelimelere dokunmayı bilirdi ve her bir şiiri, bir dünyayı yansıtıyordu.”
İsmail Safa (Onur’un yakın arkadaşı) “Rüştü’nün kaybı, sadece edebiyat dünyasında değil, biz dostları için de tarifsiz bir boşluk yaratmıştır. O, farklı bir bakış açısı, derinlikli bir kişilik ve zarif bir şairdi. Erken gitmesi, yalnızca Türk edebiyatının değil, insanlığın kaybıdır.”
