Connect with us

Mektup

Meryem Ağar – Baba

Published

on

Baba, 

Ne yazık ki hayatın boyunca sana bir kere bile “baba” diyemedim. Şimdiyse sürekli bir ölüye isyan etmekle, öfkeyle mektuplar yazmakla yetiniyorum ve bu kelime hep eğreti duruyor yaşamımda.

Merhaba baba.

İlkokuldayım, dokuz yaşında olmalıyım veyahut sekiz; evde seninle ben tekiz. Koridorda dış kapının yakınındaki aynanın karşısında duruyorum, sen de tam içerideki odada sessizce oturuyorsun; senin duvarları, eşyaları titreten, dünyayı ürküten sessizliğin sarmış her yeri. Okula gitmem gerek. Direkt gitsem olmaz gibi, sana bir şeyler demeliyim. Sen bir şey desen, “okula gideceğim” falan diyeceğim ve bitecek gidecek belki ama yok, sen susuyorsun. Sana seslenmek, sana “baba okula gidiyorum” diyebilmek için kendimi öyle zorluyorum ki. Çok zor geliyor. Aynaya bakıp “sen yaparsın” diyorum kendime, “her şeyi yaparsın sen, bunu da yaparsın”, cesaretlendirmeye çalışıyorum kendimi. İçimden tekrar ediyorum: “‘Baba’ diyeceğim, ‘baba, okula gidiyorum.’” O kadar zor geliyor ki, dakikalarca orada öyle hareketsiz duruyorum. “Baba, okula gidiyorum.” Bir ara cılız bir sesle “ba” diyecek gibi oluyorum, sesim içime kaçıyor, kalbim yarılıyor ortadan ikiye o an sanki. En sonunda başaramayacağımı anlayıp sessizce kaçar gibi çıkıyorum evden. Ben, herkesin ilk kelimelerinden biri olan bu kelimenin, bu basit iki hecenin altında hep ezildim. Beni o gün oraya, o aynanın önüne çaresizce mıhlayan sendin, senin o çocuk kalbimi yetim koyan o korkunç, zalim yüreğindi baba, bunu bil.

Ah, ne zordu; küçücük bedenimle senin koskoca, yıkılmaz, ucunu bucağını algılayamadığım sert duvarlarını aşmak istemek, o duvarların karşısında dikilmek, duvarların ardındaki sana ulaşmak istemek ne zordu, asla bilemeyeceksin. O duvarları yalnızca benimle kendin arasına değil, benimle dünya arasına da ördün. Dünyaya siyaha boyalı, boyumu aşan bir duvarın arkasından bakıyorum şimdi, her gün kafamı vura vura parçalamak istediğim, temeli sağlam, ne yapsam bana zarar veren ama asla parçalanmayan bir duvar.

Yaşayamadığımız şeyleri, hiçbir şey yaşamadık gerçi seninle, yaşayanları gördükçe acı bir tebessüm saçıyorum dünyaya. Ruhum parçalanıyor, alt üst oluyorum. Küçük kızına sarılan bir baba görmek sokakta mesela, böylesi bir eylem herkes için oldukça basitken buna şahit olmak ne kadar yıkıcı ne kadar yaralayıcı oluyor benim kırgın ruhum için, biliyor musun? Hemen koşarak eve dönmek, içime kapanmak, dehşete düşmüş ruhumu bir şekilde sarıp sarmalamak, onarmak arzusu duyuyorum. Çok acı, babalar dünyaya bu kadar haksızlık saçmamalı. 

Her şeyi çok gördün bana, her şeyden mahrum bıraktın, gözüm var, bu dünyada gözüm var; hayattan güzellik dilenmekten, bir baba dilenmekten bıktım. Niye baba, niye? Gözlerime nefretle bakıp yanımda başkalarının çocuklarını hevesle seven hasta ruhlu bir adamdın sen. Senin bir parçan olmak benim mi suçumdu? Beni sevmeyerek kendine nefretini mi büyütüyordun, kendini mi cezalandırıyordun? Yalnızca beni değil, kendini de dışlıyordun bu dünyadan, değil mi? Niye baba, niye?

Karanlık korkunç bir figür olmak için elinden geleni yaptın, başardın da. Ne yaparsan yap sana hiç toz konduramadım, hep bir ışıltı aradım o kara gözlerinde; o kaba, kocaman beş parmaklı, büsbüyük ellerini, küçük, çocuk yüzüme acımadan sertçe indirdiğinde bile. Halbuki o becerikli, yorgun, çalışkan ellere ne hayrandım, ne büyük hasretle bakardım; bir kere saçlarıma, yüzüme dokunsun, elimi tutsun diye! Sen hariç herkesi, her şeyi suçladım, sana hiç laf söyletmedim, varlığına bilendim sana düşman olanın. Ama doğrusu, sen karanlık ve zorba bir adamdın, senin ruhun pas tutmuştu baba, senin ruhun irin doluydu. Bir tarafta sen, senin deliliklerin, senin herkese, her şeye, dünyaya karşı bitmek tükenmek bilmeyip vahşet saçan öfke krizlerin; diğer tarafta seni sonsuz bir çabayla anlamak, sevmek isteyen benim tapılası küçük kalbim. Ben seni hep sevdim baba, koşulsuz sevdim, hiç bilmediğim o masum, çocuk halini düşündüm, en çok onu sevdim. Çocuk olup benimle oyun oynadığını, arkadaş olduğumuzu hayal ettim. Varlığın hep hüzün verdi bana, küçül istedim; küçül, yeniden doğ, doğumuna şahit olayım. Acı çektiğini, acıyla büyüdüğünü, acının seni dönüştürdüğünü düşündüm ve savundum seni hep, halbuki ben acı ve vahşet içinde büyüyordum bu sırada, kimin umrunda? Büyüdükçe senin rezil bir kopyan oldum ben de, her sabah debeleniyorum bir ölünün karanlık ruhuyla yeni bir güne uyanmak için, senden devraldım seni; öfkeyle kaplı, bıçak gibi kesiyor her şeyi, sana duyduğu saf sevgiyle tutuşurken reddettiğin o minik kalbim şimdi. Senin bana mirasın bu oldu maalesef ki.

Çocukluğumu, ruhumu öldürdün; beni koruyabilirdin, korumadın. Gözünün önündeydim hep, kafanı çevirdin, bana bakmadın hiç, beni görmedin. Koskocaman bir adamdın, yenilmez, karşı konulamaz, yüce bir dev, herkesin korktuğu; sanki kurşun geçirmez tanrıydın, etten kemikten değildin sen, nasıl öldün, nasıl çiçekler açıyor şimdi mezarında, anlamıyorum. Her tanrı gibi kördün ama, acımasızdın elbette; beni, küçük bir çocuğu, çocuğunu görmedin, koruyamadın. Beni, minicik ve savunmasız bedenimi yamyamların arasında bıraktın; adilerin, alçakların, pisliklerin, akbabaların, leş yiyicilerin. Ben seni nasıl affederim? Uğradığım tüm kötülüklerin, yaşadığım tüm acıların suçlusu olarak seni görüyorum. Ayağım taşa takılsa aklıma sen geliyorsun, yere çömelip baba diye haykırıp ağlamak istiyorum; sonra kalkıp tekmelemek o taşı, ağız dolusu küfretmek. Sen beni zavallı kalbimden yaraladın baba, en derinden; acı olan şu ki iyileşmek için de sadece sana ihtiyacım var, ama sen yoksun ve olamayacaksın da. Bir kurban gibi hissediyorum, senin erkekliğine kurban ettiğin zavallı bir kız çocuğu, bir ucube, iğrenç kara bir böcek.

En acısı da ne biliyor musun? Gırtlağıma kadar öfkeye batmışken, bu sebeple nefes alamazken, boğuluyorken dahi sadece seni, sadece seni istiyorum. Seni yazmak, seni anlamak, anlatmak, sana ağlamak, tüm dünyaya seni haykırmak. Koşmak, hep koşmak, sana koşmak, sana dönmek, kavuşmak istiyorum, içim seninle dolup taşıyor. Özlemim hiç bitmiyor, doğumumdan beri süregelen bir özlem bu. Her yerde, herkeste seni arıyorum; bir çiçekte, bir güvercinde, bir sevgilide, hiç bilmediğim yabancı bir sokakta. Benim en dokunaklı, en acınası yanım da bu oldu işte baba. Senden vazgeçememek, dünyayı sen bilmek, senden ibaret sanmak; sen, sen, sen, seninle kafayı bozmuş bir deliyim ben. Buna rağmen ilginçtir ki, yattığın yere kapanıp o kurumuş toprağını acı, zehirli gözyaşlarımla ıslatmaya dahi ayaklarım gitmiyor, yapamıyorum. Yarım kalmış bir benlik benimkisi ba, senin yarattığın koca boşlukta kayboluyor, düşüyor, tepetaklak oluyor, tam olmak istiyor, bunun için çabalıyor istemsiz, boşuna. Dizlerine sarılıp bir kez ağlasaydım belki de biraz tamamlanmış hissederdim. Ama ben eksik doğmuşum, böyle öleceğim, eksik doğan hep eksik kalır, kabullendim.

Yüzüm öfke saçıyor, acıyla yanıyor. Bu dünya kimsesiz ve babasız olduğumu, böyle doğduğumu yüzüme vurup durdu. Sen yoktun, ölüyken de diriyken de. Bu koca dünyadaki küçük ve değersiz benliğimin iyileşmez yarası bu oldu baba: Sensizlik. Dünyanın tüm sokaklarına, tüm insanlarına, sana, en çok sana, yüzüne deli gibi haykırmak, yüzüme hep vurduğun, hep vurdukları yetimliğimi haykırıp karşı koymak istiyorum. Bu savaşta ben senden güçlüyüm ama, seni yeneceğim baba, seni de yüzüme pişkin pişkin sırıtan bu aşağılık dünyayı da yeneceğim. 

Şimdi hiç tanıyamayacağın kadar büyüdüm hem, gururluyum. O umursamadığın, horladığın, korkuttuğun, parmak salladığın küçük kız çocuğu değilim artık. Ruhumu, aklımı, kelimelerimi, rüyalarımı, yaşamımı işgal etmekten vazgeç; seninle kavga etmekten, hesaplaşmaktan bıktım, yoruldum. Korkunç hayaletini çek üzerimden. Seni öldüreceğim baba, seni bu sefer gerçekten acımadan öldürüp kurtulacağım senden. Sonra belki derin bir nefes alır, yaşamayı öğrenirim, kim bilir.

25.08.2021

Belki  uzaklardan da göremeyip kızdığın kızın; Meryem!

Click to comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir