Deneme
İhsan Oktay Anar “Bir Bok Olmak İsteyenler”

Çocuklara “Büyüyünce ne olacaksın?” diye sorulur genellikle, “Büyüdüğünde ne yapacaksın?” diye sorulmaz. Belki de bu yüzden, Türkiye “bir bok olanların” çok, “birşey yapanların” ise az olduğu bir ülke. Bir bok olanları ya da olmaya çalışanları suçlamıyorum; daha doğrusu, onların bir suçlu mu yoksa kurban mi olduklarına karar vermekte zorlanıyorum. Öyle ya! Toplumumuzun asıl kültürü, bir “hayatta kalma kültürü. “İktidar çok önemli. Televizyondaki, genellikle gecekondu insanları için hazırlanan programlara bakın bir! Güç sembollerini hemen göreceksiniz. Aynı şeyleri (belki daha yoğun bir şekilde) sokağa çıktığınızda da görebilirsiniz: Asık surat, pırlantalı (sahte ya da hakiki) şövalye yüzüğü, kalın ve külhani ses tonu ve elbette (özellikle erkekler arasında) “sen”, “canım”, “şekerim” diye hitap etme usulü… Adam “bir bok olmuş ki” böyle davranıyor ve gücünü hissettirmeye çalışıyor. Fakat onu suçlamanız gerekmez; çünkü bir toplumun bireyleri, ne kadar ezik iseler o kadar ezici olabiliyorlar
İşin daha da trajik yönü, Türkiye’de “bir yerlere gelmekte” temel amaç, problem çözmekten çok, “söz hakkına sahip olma” ve kendi gerçekliğini başkalarına hissettirme. Uygar ülkelerde yönetici olmak çok daha büyük yükümlülükleri yerine getirmeyi gerektirir: Her şeyden önce problem çözmeyi bilmeniz gerekir. Bu yüzden okuyucuya, “yöneticisine” bir problemle gitmesini önerebilirim. Onun işi budur: Karar alma ve problem çözme…
Öte yandan bana, yazar olmak isteyen bazı gençler gelir (sanki ben yazmayı çok iyi biliyormuşum gibi…) Onlara, “yazar olmak” ile “yazmanın” farklı fark şeyler olduğunu hatırlatırım. Birincisi kolay, ikincisi ise zordur. Daha doğrusu ilki bir statü, ikincisi ise bir eylemdir. Ayrıca bir yazarın kendi kitaplarından daha ünlü ve hayranlık uyandırıcı olması garibime gider. Yazar baba, eser ise onun çocuğudur. Bu bakımdan, eserlerin yazarlardan daha önemli olduğuna inanırım. İki yıldan beri basından uzak durmamın temel nedenlerinden biri de bu. (İkinci sebebin, benim “kronik sosyal fobim” olduğunu itiraf etmeliyim.)
Asıl konuya gelelim: Ülkemiz bir bok olmaya susayan insanlarla dolu. Bu konuda bir çözüm önermeden duramayacağım: Toplumumuzun bireylere sunduğu kimlikler çok az: Erkek kimliği ya da cinsel kimlikler, bir futbol takımı olma kimliği, bir siyasi kimlik, vs… Yine de, devletin bu “kimlik buhranlarını” çözmek konusunda yapacak bazı şeyleri olduğuna inanıyorum. Her şeyden önce, bu ezik toplumu şöyle bir adamakıllı doyuracak “ünvanlar” tahsis edilmeli. Yahut ünvanların sayısı arttırılmalı… Sözgelimi, rektör olmaya can atan akademisyenlerden sadece bir tanesi değil, en az üçünü “doyurmak” için her üniversitede üç rektör, her fakülteye birkaç dekan kadrosu verilmeli. Milletvekillerinin sayısı 1500’e çıkarılmalı. Bu garibanları doyurmak, aynı zamanda bir sevaptır. Bundan da öte, “Lord” ünvanı tahsis edilmeli. Öyle ya! Her ilçenin bir “lordu” olmalı: Çemişkezek Lordu, Sindirgı Lordu, Acıpayam Lordu gibi asil insanlar olmalı ülkemizde. Peki bunları neden yapmamız gerekiyor? Ülkemiz insanları açtır ve bu açlık Ethiopia’daki açlıktan daha beterdir. Çünkü insanlar bu kez şöhrete susamışlardır.
Bu aylık yazım bu kadar… Şimdi viyolonsel çalışacağım ve bu aletin gür sesinden komşularım rahatsız olacak. Ayrıca, benden 10 yaş küçük müzik hocam Barış’tan azar işitmek istemem. Evet, viyolonsel çalacağım, çünkü çalmak bana zevk veriyor. Yoksa bir bok olmak için değil… Çünkü bir bok olmak isteyenler, alt tarafı bir bok olurlar.
Öküz Dergisi Sayı: 58 Mart 1999
Deneme
Ahmed Urun – Bir Yaşam Felsefesi Olarak Anarşizm 1

18. 19. yy. da ortaya çıkan önemli fikir akımlarından biri olarak “Anarşizm” en genel tanımıyla; insanın insana, insanın canlılara ve de insanın doğaya tahakkümüne, baskısına, sömürüsüne karşı radikal bir itirazdır.
Anarşizm, yaşamın her alanında otoritelere, iktidara ve hiyerarşik işleyişlere cephe alarak tüm doğal düzeni dumura uğratan bu mekanizmaları bertaraf etmeyi yegane misyon edinmiştir.
Esas olarak Anarşizm; ortakça karar alma mekanizmalarının işletildiği ve gönüllü etkileşime dayalı, paylaşma ve dayanışmanın gerçekleştirileceği bir toplumsal düzenin nasıl peyda olacağı konusunda etraflıca bir hayat görüşü ihtiva eder.
Bir derya misali, birçok Anarşizm mevcut bulunmaktadır. Anarşist Komünizm, Anarko Sendikalizm, Mutualist Anarşizm, Vegan Anarşizm, Ekolojik Anarşizm, Feminist Anarşizm ve diğerleri…
Anarşizm akımları her ne kadar kendi arasında farklılık ve çeşitlilik arzetse de ilkesel prensipler anlamında bir paradokstan veya karşıtlıktan bahsetmek söz konusu değildir.
Bilhassa Anarşizmlerin her biri farklı bir alanda eğilim göstermekle birlikte, genel bakış itibariyle her Anarşizm diğer Anarşizmlerle düşünsel bir bütünlük ve tamamlayıcılık arzetmektedir. Hülasa her Anarşist akım; tektipçiliğe dayalı, sermayeye dayalı, cinsiyete dayalı, türcülüğe dayalı tahakküm biçimlerinin iktidar alanı yaratmasından ötürü müşterek bir karşı duruş sağlar. Anarşizmin böyle geniş bir yelpazeye sahip olması, onu diğer hayat görüşlerine nazaran çok daha özgün ve özgür kılıyor hiç kuşkusuz.
Anarşizm; her bireyin varoluşsal özünün iyiliğe (paylaşma ve dayanışma) meyilli ve kötülüğe de ( otoriteye, iktidara ve tekelciliğe) karşı olduğunu ön kabul sayarak, insanın varoluşsal özüne sahip çıkması, özüyle yaşamasını, özüne dönüşünü amaçlamaktadır. Pyotr Kropotkin’in ifadesiyle;
“Bizler ne hayal aleminde yaşıyoruz, ne de insanları olduklarından daha iyi hayal ediyoruz, onları oldukları gibi görüyoruz. Bu nedenle insanların en iyisinin bile otoritenin uygulamalarıyla özde kötü kılındığını ileri sürüyoruz. İnsanın insanı yönetmesinden bu nedenle nefret ediyoruz.”
Yine Anarşist düşüncenin temelini atan William Godwin’in
“Yürekten itaat edeceğim tek bir iktidar var, kendi aklımın kararı, kendi vicdanımın emrettiği.” diyerek insanın varoluşsal özünden bir başka güce itaat etmemesi gerektiğini ifade eder. Aslında Anarşizm’in ideoloji, felsefe veyahut bir doktrin olmaktan çok öte bir yaşam anlayışıdır, hayat duruşudur. Mihail Bakunin’in şu sözünü hatırlamakta fayda var.
“Hakikat bir teori değildir. Bir pratiktir.Hayatın kendisidir”
Bu bakımdan Anarşizm salt ideolojik,felsefi veya doktrinel bir kılıf giydirmek pek mümkün değil. Anarşizm özsel ve bütünsel bir yaşam anlayışı, bir hayat görüşüdür.
(yazının devamı sonraki sayımızda yer alacaktır)
Deneme
Abdurrahman Olagan – İdealize Etmek

Mesela bir rüya görmek, bir hayal kurmak örneğin.
Dipte bile olsak tutunmak, tutunacak bir resim çizmek. Öyle Van Gogh olmaya da gerek yok karmaşık ve saçma bir tablo dahi olsa idealize etmek…
Sürrealist bile olsa çizmek ama mutlaka idealize etmek.
Öyle diyordu Bütün kitaplar, ünlüler, ünlü gibi davrananlar, kıraathanedeki amcalar, tavla atan üniversiteliler… Peki neydi bu idealize etmek? Neyi idealize etmek?
Ekonomik krizlerin, savaşların, kavganın ve paranın zirvede olduğu, empatinin ve saygının yok olduğu bu devirde, toplumsal statünün de önemi azımsan(a)mayacak kadar önemli bir hale geldi.
Artan gelecek kaygıları, işsizlik veyahut iş beğenmemezlik, iç huzurun diplere inmesi… Beraberinde intiharların da artış hızını yukarı yönde bir hayli arttırdı, arttırıyor.
Toplumun içinde statü ararken her zaman başarılı olamayabiliyoruz ve maddi, manevi bazı engebeler çıkabiliyor karşımıza. Bütün bunlara rağmen kendi resmimizi hayal ederek yola çıkmalıyız, bir resim çizmeliyiz ve idealize etmeliyiz. Hayal kurup harekete geçmeliyiz.
Özünde harekete geçmektir idealize etmek, adım atmaktır.
Yeri geldiğinde geri adım atmak ama asla durmamaktır idealize etmek. Kimi zaman kırgın, kimi zaman yorgun hissetmektir ama sonunda mutlu hissetmektir idealize etmek. Mutsuz hissediyorsak eğer henüz idealize etmemişiz demektir.
Hangi konuda nasıl ve ne şartlarda en iyiyiz?
Mutlaka vardır en iyi olduğumuz bir konu, kendi en iyimiz. En iyi olduğum konuda kendi en iyim olmaktan çıkıp toplumun da en iyisi olacağım demektir idealize etmek. En basite indirgenmiş haliyle önce beynin içinde düşünmeli, ne olursa en mutlu olurum ve kendimle gurur duyarım diye kendimize sormalı.
O en mutlu olacağınız anda istediğinize ulaşmış, alkışların koptuğu bir kültür merkezinde olmak da seçenek, kimsenin umurunda bile olmayacağı halde birkaç kediyi sahiplenmek ve bakarken duyduğumuz o gurur hissiyatını yaşamak da bir seçenek.
İşte ikincisi zor olan, bir kediye bakmak neden mutlu etmez ki bizi, neden bir kediyi idealize etmeyiz ki mesela… Bunu okurken dahi basit gelecek muhakkak, biliyorum. Toplumda alkış almayan, basit görülen şeyler neden mutlu etmez bizi? Oysa bir kedinin bize sevgi ve merhamet dolu bakışları, bir köpeğin sadakati ne bileyim bir kaplumbağayı mesela….
Bir kedi sevgisinin idealizmi gelecekteki tahayyüllerin gerçekleşmesinin ilk adımı olacaktır, sevmeyi idealize ettikten sonra saygının ideali zaten kendiliğinden oluşacaktır. Bir kediyi mutlu etmenin hayaliyle uyumak, bir kediyi mutlu etmenin heyecanıyla yola çıkmak. Gelecekteki o engebeli yollarında kolaylaşmasının başlangıcıdır aslında.
İşte en basite indirgenmiş haliyle idealizm girizgahı buydu,
Bir inancın, bir değerin, bir hayalin peşinde koşmak, acı çekmek. Mücadele etmek ve harekete geçmek… Bizi bitkiden ayıran bu değil mi aslında? Bir idealimiz olmadan, bir gayeye gönül vermeden nasıl korunur ki o yaşam hevesi? Nasıl anlaşılır sonbahar ayında yaprak döken ağacın o mahsun duruşu?
Bazen zor gelir her şey, duygular yarım kalır, işler üst üste biner ama gelecekteki kızının okuyacağı okulu hayal eden, gelecekteki eşinin yapacağı tatili hayal eden ve en önemlisi ailesinin güzel yıllarını hayal eden insanlar… Bu hayale inandıktan sonra elbette yaşama sevinçleri artacaktır. Ailenle içtiğin bir kahve veyahut yaptığın bir gezi nasıl anlam yüklü olmaz değil mi ?
Pastayı yerken içine acı biber neden atılır mesela? Neden en güzel anlarımızda üzüleceğimiz şeyleri hatır ederiz. Oysa geçmişin kirli veya hüzünlü anlarını düşünmemekte bir şeyleri idealize etmek değil midir aslında? Hele en güzel anında veya huzurlu olduğu herhangi bir anında bunu yapmak idealizmini katletmek değil midir?
Neden pastayı olduğu gibi yemek varken acı biber atar ki insan…
İdealleri olmalı insanın, bir amaç için heves etmeli, bir canlı için sevinç duymalı.
Plan yapmalı ve o plan doğrutusunda devam etmeli hayatına. Kısacık dünya için çok büyük acılara göz yummamalı acıyı da yenmeli insan, acıya da kafa tutmalı, ideallerinden vazgeçirebilecek tek güç ölüm olmalı.
Bu kadar kolay ama zordur işte idealize etmek, hem okkalı hem de basit.
İdealleri olanlara, idealleri olma yolunda harekete geçenlere, harekete geçmek için heyecan bekleyenlere… Herkese selam olsun!
Deneme
Halil Terkanlıoğlu – Yabani Elmalar

“ Wê ji hemamê derketî cot wey limin memik sêv” *
Elmanın cinsel manada kullanımı ne kadar yaygınsa kadim bir anlatının eseridir aslında. Kadimliği semavi dinlerin Adem ve Havva ya da yaratılış anlatısıyla referanslıdır.
Yaygın olarak kullanımlarda toplumdan topluma değişkenlik gösterebilir. Sömürge toplumlarının çoğunda “meme” doğurganlığı sembollüdür. Kürtler için de benzer fantezi ve fetişler mevcuttur. Bu sebeple Kürt folklorunda ve stranlarında yaygın olarak meme ve elma sembolleri var. Kadim anlatıdaysa özellikle “Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi, o da yedi. İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar.”** ifadesinden anlaşılacağı üzere elmanın “cinselliği” temsil etmesinden söz edilir. Elma yedikten sonra çıplaklıklarının farkına varmalarından elma yemenin sembolik bir anlatımla cinselliği ifade ettiği vurgulanmaktadır. Yine elmanın kadim bir anlatımını sivil itaatsizlik kavramının babası sayılan Henry David Thoreau Yabani Elmalar adlı denemesinde bahsetmektedir.
Yabani Elmalar:
Amerika ile Meksika arasında 1846-1848 yılları arasında süren savaşlar sırasında Amerikalı yazar, düşünür Henry David Thoreau Amerika’ya salma(vergi) vermeyi reddettiği için hapse atılır. Kendisini ziyarete gelen arkadaşı Ralp Waldo Emerson “Henry neden buradasın “der. Henry David Thoreau ise “Waldo asıl sen neden burada değilsin” diye karşılık verir ve bu meşhur sözü tarihe not düşülür. Daha sonraki yıllarda Henry David Thoreau, 1849 yılında sivil itaatsizlik denemesi yazar. Thoreau sivil itaatsizlik kavramını açıklar ve denemesi başucu kitabı haline gelir. Yine yazarın yazdığı “Walden Gölü” ve Türkiye’de Kırmızı Kedi Yayınlarının yayımladığı “Yabani Elmalar” kitapları da bulunmaktadır.
Henry David Thoreau elmayı insanlık tarihiyle yakından ilişkili olduğunu vurdular. “Elma ağacının tarihinin insanlık tarihiyle ne kadar yakından ilişkili olduğunu görmek hayret verici. Yerbilimciler elmayı, buğdaygiller, nanegillerin, gülgillerin insanların varoluşundan hemen önce ortaya çıktıklarını söylüyorlar”*** diyor.
İnsanlığın Evrimi:
Bilimsel gerçekler bize insanlığın Afrika üzerinden dağıldığını ve avcı toplayıcı bir şekilde yaşadıktan sonra evrelerde insanlığın yerleşik hayata geçtiğini söylemekteydi ama Göbeklitepe kazıları bize bambaşka bir gerçek sundu. Bu gerçek; buzul çağın sonlarında insanlık daha yerleşik hayatı keşfetmeden inşa edilen Göbeklitepe’deki anıtsal yapılar “dini ritüeller” yapıldığını göstermektedir. Yani; insanlık yerleşik hayatı keşfetmeden, din vardı. Peki bizi şaşırtan Göbeklitepe’de daha neler var? Buğday, yer fıstığı ve fıstık türleri ve ceylan, yabanıl sığır, toy kuşu kemiklerine sık sık rastlanılmıştır. Daha sonra ise özelikle Nevala Çori’de de bulunan yaşam örneğinde olduğu gibi yerleşik yaşam izlerine rastlanılmıştır. Yerleşik yaşamın başlamasıyla birlikte insanlık doğayı, çevreyi keşiflere başlamıştır. İnsanın çevreyi keşfetmesiyle birlikte, insan ve doğa arasındaki ilk ilişkilerde başlar. İşte Henry David Thoreau’un “Elma ağacının tarihinin insanlık tarihiyle ne kadar yakından ilişkili olduğunu görmek hayret verici.”**** demesi bundandır. İnsanlar yerleşik yaşama geçince doğayı ve çevreyi tanımaya başlarken kolay bir şekilde karınlarını doyuracak bitkileri, ağaçları keşfettiler. Göbeklitepe’de “buğday, fıstık ve çeşitli hayvanların” bulunma sebebi de avcılık yapmaktan daha kolay bir yiyecek elde etme sebebiyledir. Peki neden elma yok? Çünkü; anavatanından uzaktadır. Göbeklitepe’nin kazılarında çıkmasının sebebi dünyanın daha yeni yeni ısınmasıyla alakalıdır. Bir de anavatanından uzakta olmasından dolayıdır. Henry David Thoreau daha sonra elma için “elma eskiden o kadar önemli, o kadar yaygındı ki , kökenine bakıldığında adı birçok dilde genel olarak meyveyi simgeliyordu. Yunancada “maelon”(kavun) kelimesi, elma anlamına geldiği gibi, diğer ağaçların meyvesi hatta koyun veya herhangi bir büyükbaş hayvan ve de zenginliği ifade eden bir kelimeydi aynı zamanda”***** der. Zenginliği ifade eden elmanın “ilk insan çiftini baştan çıkarttıklarını da “düşünenler var.
Hz.Adem ve Elma Meselesi
Kuran ve Tevrat, İncil’de Adem ve Havva’nın yaratılışından çeşitli şekillerde bahseder. Kuran’da “Ve (sonra,) ‘Ey Âdem,’ dedik: ‘Sen ve eşin cennete yerleşin ve orada dilediğinizden bol bol, yiyin; ancak bir tek şu ağaca yaklaşmayın ki zalimlerden olmayasınız.’”(Bakara, 2/35). der. Kuran görüldüğü üzere sadece ağaç diye belirtir. Bazı hadis kaynaklarındaysa; ağacın buğday, hurma, sümbül, üzüm, zeytin, incir ağacı gibi ağaçlar olabileceği konusunda çok farklı görüşler vardır. Eski Yunan ve İsrail’de incirin bilgiyi sembolize ettiği söylenir ayrıca tek tanrılı dinlerden çok önce kurulmuş eski medeniyetlerin tamamında yılan figürü bilgeliği sembolize eder. Yani bilgeliği sembolize eden yılan Adem ve Havva’yı bilgi meyvesi olan incire yönlendirmiştir ki bütün kutsal kitaplarda geçen metinler de bunu doğrular bir anlatımda bulunmuştur. Adem ile Havva bu meyveyi yedikleri anda artık kendi öz benliklerinin farkına varmış, kendi akılları, istekleri doğrultusunda ile hareket eden varlıklara dönüşmüşlerdir kısaca artık yaratıcının evcil hayvanları olmaktan çıkmışlardır.
Tevrat’taysa
Tanrı, Aden Bahçesi’ne iyi meyve veren türlü türlü güzel ağaçla dolu bir bahçe dikti. Adem ve Havva’yı da oraya koydu. (Tevrat: Yaratılış 2:8-9)
Sadece bir buyruk verdi. Rab Adem’e,
“‘Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin’ diye buyurdu, ‘Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün.’” (Tevrat: Yaratılış 2:16-17)
Ondan sonra bir yılan Havva’yla konuştu. “Yılan kadına, ‘Tanrı gerçekten, “Bahçedeki ağaçların hiçbirinin meyvesini yemeyin” dedi mi?’ diye sordu. Kadın, ‘Bahçedeki ağaçların meyvelerinden yiyebiliriz’ diye yanıtladı, ‘Ama Tanrı, “Bahçenin ortasındaki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın; yoksa ölürsünüz” dedi.’ Yılan, ‘Kesinlikle ölmezsiniz’ dedi, ‘Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.’ Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi, o da yedi. İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar. Bu yüzden incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar.” (Tevrat: Yaratılış 3:1-7)
Özellikle Tevrat’ta geçen “Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi, o da yedi. İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar.” ifadesinden anlaşılacağı üzere elmanın “cinselliği” temsil etme olasılığının olduğunu kanıtlamaktadır.
Sömürge insanlarının elma fantazilerinden Kürtçe stranlardaki elma figürüne gelene kadar kadim anlatılarla “Kürdün hafızasındaki “elmaya gelelim.
Halepçe ve Elma:
1986-88 yılları arasında süren İran ve Irak savaşında Saddam Kürtleri kendi yanında savaşa sürüklemek isterken bir kesim Kürtlerse savaşmak istemezler. Özellikle Talabani’ye bağlı YNK İran ile sıkı ilişki içindeydiler. Hatta Talabaniye bağlı peşmergeler İran ordusu desteğiyle Halepçe’de isyan başlatmış ve Saddam’ın gazabına uğramışlardır. Halepçe kasabasına kimyasal gaz atılmış ve çocukların “elma kokusu” aldığı bu sebeple sokağa koştuğu bilinmektedir. Kimyasal silah ile ilgili yapılan çalışmalarda özelikle 2004’te Cia’nın eski Orta Doğu’dan sorumlu yüksek araştırmacısı ve 1988-2000 arasında Amerika Kara Harp Okulu öğretim üyesi görevinde bulunmuş olan Prof. Stephen Pelletier tarafından hazırlanan ve söz konusu zehirli silahların İran’a ait olduğunu gösteren rapor açıklandı.
Kaynakça:
* M.Arif Cizrawi Hemamê
** Tevrat Yaratılış 3:1-7
*** Henry David Thoreau Yabani Elmalar
**** Henry David Thoreau Yabani Elmalar
***** Henry David Thoreau Yabani Elmalar