Şiir
Ahmet Özdemir – Gül Tüneğinde Çarpıntı

-babam’a-
i.
surunu yitirdi israfil
kıyamet artık kopmayacak
ölüm bir bağışlanma olacak
yaşamsa baş döndüren birsanrı
buruşuk memelerisarkık gök
buyruksuzluğun ortasında çatlayacak
hınçla açılacak şehrin bedestenlerinde
koynuma aşkla berkittiğin gül
ve dünyayı kalbinin ağırlığınca taşıyan
-suların o pırıl pırıl bekâretinde-
kalbindekararan noktayla sınanacak
ii.
kaçmak bahanesiyse yok oluşların
sığınmak varoluşun mottosu olacak
anlaşılacak mora çalan esmerliğinde
korktuğun şeylere dönüşmenin
saçlarında nasıl makas değiştirdiği
kat karşılığı dairelere boyun eğerken
semiz kahkahalarla inleyen hayat
bir çığlığın kendini bir başka çığlıkla
tamamlaması ne demekmiş anlaşılacak
çocuklar doğacak hıza uyumlanan acıyla
ve ölecek sanal gerçeklikte çocuklar
atlas’ın omuzlarındavirüsler çıldıracak
on bin parçaya bölünecek akılcı gövden
dokuzbindokuzyüzdoksandokuz parçan
savrulacak tanrıdan çaldığın tözün rüzgârıyla
bir parçan sende hep mahzun kalacak
iii.
kısraklar koşacak içinin geniş düzlüklerinde
can evinde denizin kasıkları kabaracak
süt kokan nefesiyle öpecek seni incir ağacı
kalbi karasını gül dikeninde bırakan çocuk
arnavut kaldırımlı dar birsokakta vurulacak
yine terk edileceksin belki ardında kül bırakıp
bir daha bulmayacaksın sıcak ellerini yanağında
okşamayacaksın defne yaprağı kokan saçlarını
sana şımarık dudaklarıyla bir daha nazlanmayacak
uyumayacak çıplak omzunda belki bir daha
içindeki kurbağayı gözlerinde nadasa bırakacak
belki oyuncak bir bebeğe sarılacak rüyalarında
belki bekleyecek dinmesinisenden kalan yağmurun
belki oyunlar oynayacak çöltozuna bulanıp
derin sözlerin sığlığında belki kendini arayacak
böylece anlaşılacak kaybetme korkusundan
silikon vadilere hızlıca geçişimiz
bize fildişinden görkemli bir yalnızlık kalacak
iv.
eğri bir hançer kıracak yenginin fanusunu
yerinden oynayacak taşlar – kedilerirkilecek
daha da büyüyecek çağcıl kargaşada şehirler
bir çocuğun güllere ulanan naifsesinden
münzevi intiharların şarkılarısöylenecek
ilençlenecek putları hınçla kıran adamlar
eskitüfekler güneşe hacı yağısürecek
besmeleyle açılacak avm’lerde dükkânlar
köleler çarkları aynı hırsla döndürecek
yılanın gözlerinde ışıyacak paranın sayıltısı
döviz kuru ve faizler dalgalanarak yükselecek
otomobil penceresinden bakılacak artık aşka
ormanını yakan kaplanlar gömlek değiştirecek
sonsuzluğu arayacak dünya spotışıklar altında
her alışverişten sonra taksittaksit ölünecek
demagoglara kaybedecek şairler ve meczuplar
bitimsiz korkuların bedeliseraplarla ödenecek
kana karışacak sıcak şarap sanrının sayhasında
sulanacak çok katlı mağaralarda plastik çiçekler
gönenecek ev sahipleri gayrimenkul vurgununda
çıkmaz sokaklarda ahali afyon sakızına yenilecek
.
v.
uykusuzluğun alnacında bir çıban
gül tüneğinde bir iz – leke bırakacak
sen terleyeceksin ve dönecek dünya
boynundaki zincir dirençle kırılacak
masalları ürkütecek sarışın zarflarda
alışveriş fişleri yazarkasalar ve çarşamba
bayat ekmeklerin küflenen sasılığında
gül fatma’nın dudakları çatlayacak
için için ağlayacak kibrit kutusunda
yoksulluğun soluk benizli çocuğu
vitrinler çılgın indirimlerle kararırken aşk
şehrin mor dehlizlerinde acıkacak
güneşle çarpışacak baldırı çıplaklar
gökdelenler ve banka cüzdanları
ve senin gül tüneğindeki çarpıntıda
şahdamarına yaslananharabeler
alnında çağıldayan ırmaklarlauğuldayacak
vi.
bir çiğnem etsin sen
yaratıldın kan pıhtısıyla
varoluşun mavi suyundan
sevgilere hiç mi hiç inanmadın
kalbinde kararannoktayı
aşkla sınadığından
Kaynak: Bir Kafa Sesi Fanzin Sayı 17
Şiir
Kadir Erdem “Nadas”

Duvarlarının en azından birinde
Aşk bir vebadır.
Yazmayan hiçbir memlekette
Rahatça koynuna giremem.
Nabat bir tevellüt aşındırıyorum
Beklenirken damla,beklenirken sıhhat
Beklenirken aydınlık bir halk oluşunu
Ben ki seni delişmen seviyorum ya
İşte bu da bana ders olsun.
Neden ağıziçlerin hep nadas yeri?
Hiçbir canlının yavrusu doğmuyor yanında
Yıkılası bir kent izlenimin
Havan ise kurşundan geçilmiyor.
Tamam peki karanlık varsın olsun
Ama senin her gün katran damlayacak
Üstüne.
Şiir
Emre Atalı “Tükeniyoruz”

Bu kalemin ucunda sanki kömür yerine kan durur; kendimi yitiriyorum
Bunca kelamı kim oluşturur bu ahraz dizelerde?
Toz konmamış esmer derime yapışan bir lanetli ruh,
Öfke ve hüzün sarayı olan kalbime mi saldıracak birde?
Hislerime yansıtamadığım bu mevsimin kirli, sarı rengi.
Bir taraftan manasız bir soğuğun ahmak beynimdeki ahvali.
Hiç gülen bir surat görmemiş tarladaki dedemin çektiği hasret;
Kömür yerine kan sebebini sunan gönülsüz bir tercih mi?
Gün yüzü görmeyeli sanırım dört milyon yılı geçiyor.
Benden önce de buradaydın, seni aptal dünya!
Güneşi göremediğin o kadar yıl yaşamayı neden istedin?
Açık, sarı bir ışık hüzmesini görmek için mi verdin bunca çaba?
Kömür karası gözlerim artık yaş yerine kan gönderiyor; hissettim.
Yeterince deniz mavisini gördüm; bana kalsa bu kadar süre kâfi.
Madem dünya yaratıldı benim için, o zaman ahiretin temel taşı benim.
Ah, bir de bileğim dönse, neler yazacağım da kalacağım bu dünyada baki!
Ben ve bahtım üç milyon yıldır anlaşamıyoruz; kendisi bir bela.
Kıpkızıl bir gökyüzünün narenciye kokusu gibidir, tarifi manasız.
Kahır matemi içerisinde beyaz hayallerin kapkara gerçeği olan bu dünya;
Beş milyon yılı devirdik, çok sever, bırakamaz katiyen, etmez veda.
Gözlerim, gördüğü gerçeklere inanmamayı tercih edeli iki milyon yıl oldu.
Hoş-ayende ne varsa sundu; masumiyet temsilcilerime bu zulüm çok,
İnanmayın bu dünyaya! Sizi güldüren her vaktin ardı, zehr-i kahırlarla dolu
Buradan göçen her ruh kurtuluyor; biz kaldıkça tükeniyoruz, bunu böyle bilen yok.
Şiir
Betül Balıktutan “Şakaklarımızda Diriliş Çiçekleri”

Ey ulu göğsünde saklayan bilgiyi
Aç bize surlarını
Bilelim şimdiyi
Ve sonrayı
Yeniden başlamak zamanı değil midir?
Saatin yelkovanı ve akrebi
Öğret bize
Koca bir çınarı okumayı
Ve sonra dönüp çatısız bucaklarımıza
Farklı hikayeler yazmayı
Sembolik bir umut değil bizimkisi
Biz artık
Gerçek bir hayat kokusu
Çizerek uyanmak istiyoruz
Yeni günün gözbebeklerindeki ışıltıda
Değnekler değdiler ölülere
Yürüsün diye hayatları
Kuş sesleri deldi gökyüzünün
Bulutsu yazını
İşte şimdi gerçek bir yaşamak zamanıdır
Bizler bu anları sırtımıza yapıştırıp
Şakaklarımızda diriliş çiçekleri
Avuçlarımızda hayat çizgileri
Bir gün hepimizi kurtaracak
Ak pak bir beklemekte durduk
İstikbalin sarı çiçek bahçelerini.